31 Ağustos 2009 Pazartesi

Charlie Chaplin-Şarlo


Sinemanın en evrensel tipidir Şarlo, bundan dolayı sinemanın da simgesidir. Şarlo sinemayla birlikte emekledi, büyüdü, olgunlaştı. Sinemanın sanat oluşu kadar, yığınlara ulaşmasında, aydınların ilgisini çekmesinde de en büyük pay Şarlo'nundur. "Sokaktaki küçük adam"ı canlandırarak sinemanın insancıl boyutlara ulaşmasını sağlayan da odur. Chaplin, yarattığı şarlo tipini, sessiz sinema izleyicilerini güldürmek için olduğu kadar insan yaşamını hiçe sayan acımasız ve bunalım dolu toplum düzenini eleştirmek amacıyla da kullandı.
İngiliz sinema oyuncusu ve yönetmeni Charlie Chaplin, 16 Nisan 1889'da İngiltere'nin başkenti Londra'da dünyaya geldi. 25 Aralık 1977'de İsviçre'de öldü. Her ikisi de müzikhol oyuncusu olan annesi Hannah ve babası Charles Chaplin'den, daha küçük yaşta şarkı söyleyip dans etmesini öğrenmişti. İlk kez sekiz yaşındayken, bir klog dansı gösterisi olan Sekiz Lancashire'lı Delikanlı ile sahneye çıktı. Babasının bundan kısa bir süre sonra ölmesi, annesinin de sık sık akıl hastanesine girip çıkması yüzünden Chaplin'in çocukluk yılları, yatılı okul ve yetimhanelerde sıkıntıyla geçti. Bu dönemde bazen geçici sahne işleri buldu, bazen de sokaklarda yaşamak zorunda kaldı.
Slaytı İndir
On yedi yaşındayken, üvey ağabeyi Sydney kendi çalıştığı ve çeşitli danslar, oyunlar, komedi programları sunan bir Karno topluluğunda ona iş buldu. 1913'e değin Karno'yla çalışarak sayısız müzikhol skecinde oynayan Chaplini, o yıl filmlerde rol almak üzere, bir yapımcı olan Mack Sennett, Karno turnesi sırasında New York'tayken fark etmişti. Chaplin Aralık 1913'te 150 dolar haftalıkla sinema yaşamına adım attı ve bir daha da sahneye dönmedi. Şarlo adı, 1915'te fransız sinemasının ilk günlerinde, yapımcı Jacques Haik tarafından ortaya atılmıştır. bu tip, chaplin'in bir ingiliz soylusunu canlandırdığı ilk filmi ekmek davası'nda yoktur ancak ikinci filminde [venedik'te çocuk otomobil yarışlarında ]ortaya çıkmıştır. Şarlo, çok az konuşabilen, her türlü cambazlığa yatkın, ama en yüce insani duyguları da ortaya koyabilen bir çeşit kukladır. özelliklerini meydana getiren melon şapkası, bambu sopası, bol ve yamalı pantolonu, dar ceketi, yamalı pabuçları ve kısa bıyıklarıyla büyük üne kavuşan şarlo tipi aynı zamanda iyilikseverliği, kurnazlığı, duygusallığı ve kadere boyun eğen insanı temsil eder. Chaplin, “Altına Hücum“filmini hazırlarken, batıya göç edenlere ilişkin bir kitap okumuştur.Göçenlerden bir bölümü California ya giderken yollarını kaybedip Sierra Nevada dağlarında karlarda kalmışlardır. 160 kişiden ancak on sekizi hayatta kalmış, ötekiler soğuktan, açlıktan ölmüştür. kimileri ölüleri yemiş, kimileri de çarıklarını kızartmıştır. işte bu trajediden Chaplin sinema tarihinin en komik sahnelerinden birini çıkarmıştır: Şarlo açlıktan kurtulmak için ayakkabısının tekini suda kaynatır, oturup onu yer, çivilerini kemik sıyırır gibi sıyırır, bağcıkları da makarna niyetine yer.yapımı 14 ay kadar süren bu film bütün dünyada gerçekten de çok beğenildi. Filmin maliyeti kesin olarak bilinmiyor, rakamlar 300 binle bir milyon dolar arasında değişiyor. Yalnız gelirini biliyoruz: Film yalnız Amerika da iki buçuk milyon, toplam olarak da beş milyon dolar getirdi. Çocukluğu ve ilk gençliği yoksulluk içinde geçen Chaplin için büyük bir başarıydı bu. City Lights-Şehir Işıkları İyi yürekli bir sokak serserisi, kör bir çiçek satıcısına aşık olur. Kıza kendisini zengin bir adam olarak tanıtır. Sonradan hayatını kurtardığı bir milyonerin ona arkadaşça davranıp sözler vermesinden cesaretlenir. Adamın kapısını aşındırıp, sevdiği kızın gözlerinin görmesi için gerekli ameliyat parasını ödünç alabileceğini sanır. Oysa varlıklı insanlar abartılı bir kibarlık içerisinde, ikiyüzlü bir yaşam sürmeye alışkındırlar. Çoğu eleştirmene göre Charlie Chaplin'in başyapıtı. Sesli sinemanın yeni yayılmaya başladığı bir dönemde, bu devrimi reddederek yine sessiz çektiği filminde, neredeyse tüm becerilerini konuşturuyor Chaplin... Charlie Chaplin Amerikan yapımı sessiz filmlerde canlandırdığı acınacak halde, ama aynı zamanda komik küçük serseri (Şarlo/Charlot) karakteriyle dünya çapında ün kazandı. 1914'te oynadığı ilk filmini izleyen iki yıl içinde ABD'nin en tanınmış kişilerinden biri olmuş, 1920'lerin başlarına gelindiğinde filmlerinin sağladığı gelirlerin yüksekliği karşısında hiçbir film şirketi istediği ücreti ödeyemez hale gelmiş, o da ancak yapımcılığını kendisinin üstlendiği filmlerde rol almıştır. 1920'lerin sonlarında sesli sinemaya geçilmesinden sonra yalnızca birkaç filmde görünmekle yetinmesine karşın, ilk dönem filmlerinin sinema klasikleri olarak değerlendirilmesi ve yeni izleyici kitlelerince de ilgi görmesi nedeniyle ününü hemen hiç yitirmemiştir. 1940 yılında “The Great Dictator" (Büyük Diktatör) filmiyle Hitler i ve Naziliği alaya aldı. ...Zalimler de böyle sözler vererek iktidara geldiler. Ama yalan söylediler! Sözlerini tutmuyorlar. Hiçbir zaman da tutmayacaklar! Diktatörler kendilerini kurtarır ama halkı köle gibi kullanır. Artık dünyanın özgürlüğü için savaşalım, hırstan, nefretten ve hoşgörüsüzlükten kendimizi arındıralım. Sağduyulu bir dünya için savaşalım, bilimin ve gelişmenin bizleri mutluluğa götüreceği bir dünya için savaşalım. Askerler, demokrasi adına birleşelim!-Charlie Chaplin (Büyük Diktatör filmindeki konuşma'dan alıntıdır) Kendisinden bir hayli genç olan kadınlarla yaptığı dört ayrı evlilik, bir dönem kendisine açılan babalık davası sorunu ve Altına Hücum adlı filmindeki bazı sahnelerin komünizm propagandası olarak yorumlanması gibi olaylar bu kampanyayı sözde bir başarıya ulaştırdı ve Chaplin'in Amerika Birleşik Devletleri'ne girmesi yasaklandı. Bunun üzerine karısı ve çocuklarıyla İsviçre'ye yerleşmiş ve ölünceye kadar da orada kalmıştır. Ancak 1972 yılında Oskar Özel Ödülü'nü alması için Amerika Birleşik Devletleri'ne çağırılmıştır. Takip eden yılda City Lights adlı filme bir kez daha Oscar ödülünü kazanmıştır. 1975 yılında 86 yaşında iken İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth tarafından şövalye unvanına layık görülmüştür.
Çok daha fazlası için www.eyme.org

14 Ağustos 2009 Cuma

Greta Garbo-Buzlar Kraliçesi



Oynadı mı yaşadı mı kimseler bilmez.İnsan başka kadınlardalarda ancak sarhoşken görebildiğini; Garbo'da ayıkken görebiliyor..”

İsveç asıllı Amerikalı sinema oyuncusu,beyazperdenin en gizemli kadını..36 yaşında sessiz bir şekilde sinemayı bırakmıştır...Soğuk,mesafeli duruşunun yanında çok da hüzünlü bir yanı vardır Doğum ve ölüm tarihleri: 18 Eylül 1905- 15 Nisan 1990İsveç’li sessiz sinema döneminin efsanevi oyuncusu Greta Garbo’nun asıl adı Greta Lovisa Gustafsson. 1955 yılında “unutulmaz filmleri” nden dolayı kendisine bir Onur Oscar’ı verildi. Amerikan Film Enstitüsü’nün tüm zamanların en büyük 5 kadın oyuncusundan biri olarak nitelendirdiği Greta Garbo’nun pek çok lakabı vardı: Fyordların Sfenksi, Kuzeyli Su
Perisi, Buzlar Kraliçesi, Tanrısal Kadın, Düşlerin En İyİ
Yoldaşı, Alev Alev Yanan Buz, Şiir, Şafak ve Müzik, Kadın Hamlet, Buz Meşalesi, Günahkar Bakire, Baltık’ın Utangaç Güzeli. …. Guiness Rekorlar Kitabı da onu ‘gelmiş geçmiş en güzel kadın’ olarak nitelemiştir.
Kariyerinin ilk günleri haricinde hiç röportaj vermemiş, imzalı resim imzalamamış, hayran mektuplarına cevap vermemiş ve filmlerin galalarına katılmamış! Büyük Otel filminde söylediği repliği ‘Yalnız kalmak istiyorum” cümlesi onun adeta yaşam felsefi oldu. Yıllar sonra Gabro bu konuda “Yalnız kalmak istiyorum demedim, rahat bırakılmak istiyorum dedim, arada fark var” demiştir.

1953’de New York’da yedi odalı bir apartman dairesi aldı, hayatının sonuna kadar orada yaşadı. Arada sırada sokağa çıktığında, tanınmamak için kocaman gözlükler takardı, çok tutumlu bir kadın olduğu ve yatırımlar yaptığı, çok zengin olduğu söyleniyor. Ölmeden önce anılarını yazdığı da söylendi.
Meme kanserinin üstünden gelen Gabro, 15 Nisan 1990 yılında New York ta 84 yaşında, böbrek yetmezliği ve zatüree nedeniyle hayata veda etti, cesedi yakıldı. Külleri İsveç’teki bir mezarlığa gömüldü. Malikanesini yeğenine bırakmıştır Kişi olarak otoriteyi, hiyerarşiyi ve kamuoyunu hiç önemsemedi, hiç evlenmedi, özel hayatıyla ilgili hiç bir sırrı açıklamadı. hiç röportaj yapmadı, hiçbir galaya katılmadı, hiç resim imzalamadı. Film şirketi bile evinin adresini ve telefonunu bilmiyordu.Onur Oscarı aldığı gece dahi ödül törenine katılmadı. Garbo nun kusursuz bir güzelliği yoktur aslında. Mona Lisa gibi; kendisine bakılan her açıda, her pozunda, her fotoğrafında kadını güzel kılan farklı bir sıfata bürünür baştan aşağı. Esrarengiz, tatlı, akıllı, havalı, kendinden emin, masum, seksi, hüzünlü kadın... Kusurlarına rağmen her türlü güzeldir ve kusurlarıyla gerçektir. Hafifliğe olan uzaklığıyla kadının asaletinin simgesidir
.
Greta Garbo Hakkında çok daha fazlasını öğrenmek istiyorsanız http://www.eyme.org/ 'u ziyaret edebilirsiniz.

13 Ağustos 2009 Perşembe

Prensesler



Zaman zaman aklıma geliverirler, üçü de birbirinden güzeldi...üçü de dünyaca ünlüydü...üçünün de sokağa çıkmaları, bir yere gitmeleri dergilere, gazetelere kapak olurdu ve üçü hakkında da sayfalarca yazı yazıldı, dedikodu yapıldı, üçü de son derece şaşaalı, debdebeli saray hayatı yaşadılar ve üçünün de sonu çok hazin, çok acıklı oldu...Kimler miydi bu üç güzeller? Eski yıllardan başlarsak, Prenses Süreyya, Prenses Grace Kelly ve Prenses Diana…


wwe.eyme.org sitesinde birbirinden kaliteli slaytları bulabilirsiniz
Slayt gösterisi için tıklayınız...

Roman Holiday Filmi



Filmde hangi ülkeden olduğu açıkça belirtilmemiş bir kraliyet ailesine mensup Prenses Ann (Audrey Hepburn) birkaç Avrupa başkentine yaptığı ziyaretlerden sonra maiyeti ile birlikte Roma'ya gelir. O da kaçınılmaz olarak resmi protokole tabidir ve tek bir dakikası bile boş geçmez. Yaşı oldukça genç olan prenses görevi icabı katlanmak zorunda kaldığı bu ağır ve yorucu rutinden sıkılmaktadır. Bir gece doktorunun kendisine uyguladığı sakinleştirici enjeksiyondan sonra yatıp uyuyacağı yerde, Roma'yı özlemini duyduğu bir şekilde, yalnız başına gezmek üzere kaldıkları elçilik sarayından gizlice kaçar. Ancak bir süre sonra ilaç etkisini gösterdiğinde tarihi bir çeşmenin yanındaki bankta sızar kalır. Roma'da görevli Amerika'lı bir gazeteci olan Joe Bradley (Gregory Peck) onu bu şekilde görür ama tanımaz, sarhoş olduğunu sanarak başından atmaya çalışır, başaramayınca istemeye istemeye kaldığı pansiyona götürmek zorunda kalır. Bradley aslında çok başarılı bir gazeteci değildir, az kazanmaktadır hatta Amerika'ya dönecek parayı bile bir araya getirememiştir. Üstelik patronunun verdiği son görev olan "prensesle röportaj yapma" işini bile başaramamıştır, ancak ertesi sabah işe gittiğinde kendinden emin bir şekilde patronu ile bu röportajı yapacağına dair büyük bir iddiaya girer, çünkü son anda büroda prensesin resmini gazetede görmüş ve pansiyonda uyurken bıraktığı kızın prenses olduğunu anlamıştır
Slaytı indirmek için www.eyme.org

Gilda-Rita Hayworth



Gilda karakterine can veren Rita Hayworth 17 Ekim 1918’de İspanyol asıllı bir babanın ve Amerikalı dansçı bir annenin çocuğu olarak ABD'nin New York kentinde doğmuştur. 1946 yılında rol aldığı Gilda filmi Rita Hayworth’un kariyerinin zirvesi oldu. Gilda'dan sonra kazandığı şöhreti iyi değerlendiren ve rol aldığı filmlerle ününe ün katan Hayworth, 1953’te rol aldığı Salomeden sonra sinemadan uzak kaldı. 70’li yılların sonunda yakalandığı Alzheimer nedeniyle sinemadan koptu.Hayworth, 14 Mayıs 1987’de doğum yeri New York’ta hayata veda etti.Gilda, hiç kuşkusuz, güzeller güzeli Rita Hayworth'ın en unutulmaz rolü. Film-noir türünün bu harika başyapıtında, Hayworth, Glenn Ford ile birlikte belleklerden çıkmayacak bir performans sergiliyor. 1946 yılında rol aldığı "Gilda" Rita Hayworth'un kariyerinin zirvesi oldu.


Devamını okumak ve slayt gösterimini indirmek için http://www.eyme.org/

SAPIK FİLMİ-PSYCHO




Sapık" Hitchcock'un siyah beyaz çektiği son konulu sinema filmidir. Hitchcock filmi siyah beyaz çekmesinin nedenlerinden birinin, renkli çekildiği takdirde bir gerilim filminden çok kanlı bir korku filmi görünümünde olacağı endişesini taşıması olduğunu belirtmişti.Hatta çekimlerde
kan yerine çikolata sosu kullanmıştır. Asıl neden ise filmi mümkün olduğunca ucuza mal etmek istemesiydi. Ona göre siyah beyaz çekilmiş ucuz film'ler gişede çok iş yapıyorsa, yine siyah beyaz çekilmiş, ucuza mal olmuş ama kaliteli bir film kimbilir nasıl bir gişe yapardı. Nitekim tahmininde yanılmadı ve 1 milyon doların altında bir maliyetle tamamlanan film tam 40 milyon dolar hasılat yaptı.
Marion Crane (Janet Leigh), Arizona'da bir emlak ofisinde çalışmaktadır.Sevgilisi Sam (John Gavin) ile evlenmek istemektedir ancak çiftin çok az parası vardır.Bir cuma günü, patronu Marion'a bankaya para yatırması için 40 bin dolar verir.Marion, bu parayla Sam'le hayal ettikleri hayatı kurabileceklerine karar verir ve parayı çalarak Sam'le buluşmaya gider. Yolda Bates Motel'de konaklamak zorunda kalır.Moteli işleten Norman Bates (Anthony Perkins), annesiyle saplantısı olan genç bir adamdır.Beraber akşam yemeği yerler ve Marion odasına çekilir ve yatmadan önce duş almaya karar verir.Sinema tarihinde adından ünlü "duş sahnesiyle" söz ettiren, türünün en önemli örneklerinden Sapık, Alfred Hitchcock'un başyapıtlarından biri olarak kabul edilir
Marionun peşine düşen özel dedektif de bu cinayetten nasibini alır ve sonu da Marion gibi olur.Olaylardan şüphelenen Marionun kardeşi ve Maronun sevgilisi Sam, Bates otele gelerek oda kiralarlar ve gerçeği ortaya çıkarmaya çalışırlar.Filmdeki olay sıradan bir cinayet değildir.Norman Bates ve kafasının içindeki annesidir olay. Görsellikten ziyade psikolojik boyutu devreye girer filmin.
Filmdeki anne Bates ve Norman aslında aynı kişidir.Filmin birde kamera guzelliği vardır,kamera çok başarılı kullanılmıştır..Norman Bates yanı namı diğer Psycho'muz Anthony Perkins çok başarılı,o içten ve masum duran gulumsemesi,urkutucu bakışları,ellerini kullanışı ve o şeker yiyişi..Hala çocukluğunda kalmış bir kişilik olduğu o odasının yanısıra,şekerleri elinden düşürmemesindende anlaşılıyordu..Janet Leigh'de harika bir oyunculuk sergiliyordu,onun kızkardeşini oynayan Vera Miles'da..Bu arada ikisinin gerçek kardeş gibi birbirine çok benzedikleride görülmektedir.Alfred Hitchcock filmi uyarladığı romanın telif haklarını yazar Robert Bloch'tan gizlice ve adını vermeden sadece 9.000 dolara satın almıştı. Arkasından da mümkün olduğu kadar fazla sayıda kitap kopyasını piyasadan satın alarak sürprizli sonunun öğrenilmemesini sağlamıştı……Alfred Hitchcock kamera önünde görünmesi onun filmlerinin bir imzası haline gelmiştir. Sapık filminde Hitchcock, 7. dakikada Marion Crane'nin ofisinin dışında, pencere kenarındaki kovboy şapkalı adam olarak görünmüştür En başarılı sapık, Alfred Hitchcock'un sapığıdır.Film gerçekten inanılmaz güzel ve korkunçtur. Antony Perkins ondan sonra "Sapık 2"'de oynadı. Ama ne yazık ki arkasında Hitchcock gibi dev bir yönetmen yoktu. Bu nedenle "Sapık 2", ilki gibi bir sinema klasiği olamadı. Sapık" ABD'de "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasına seçilerek Kongre Kütüphanesi'nin "Ulusal Film Arşivi"nde muhafaza edilmesine karar verilmiştir.
Filmin salayt gösterimi için www.eyme.org 'u ziyaret edebilirsiniz..